21 Aralık 2009 Pazartesi

kuru üzüm ve fındıklı muffin




Özel istek üzerine. Fırından yeni çıktı. :))

Öykünün kakao ve çikolatadan hoşlanmayan eşi için, fındık ve üzümlü muffinler. :)) Aşağıdaki tarifte kakao yerine kuru üzüm kullanın ve fırına vermeden önce üstüne fındık parçalarını ekleyin.

Yanında kış mevsimini sevmemin bir sebebi. Boza! Üstünde baharatların kraliçesi Tarçın'la... :)

Ben henüz tadına bakmadım ama "Kestane Kurdu" beğendi. :))

Kakaolu Muffin




Yaptığım hamur işleri arasında en sevileni bu sanırım. Özellikle çocuklar okula giderken beslenmelerinde muffin görünce ayrı mutlu oluyorlar. :)

Malzemeler

* 1 yumurta
* 3/4 su bardağı şeker
* 3/4 su bardağı süt
* 1/3 su bardağı sıvıyağ(ben mısır yağı kullandım)
* 1 paket vanilya
* 1 paket kabartma tozu
* 2 su bardağı un
* 2 yemek kaşığı kakao

Önce yumurta ve şeker, şeker eriyene kadar çırpılır. Süt, yağ, vanilya eklenip tekrar çırpılır. Ayrı bir kapta karıştırılmış un ve kabartma tozu da üstüne eklenir. Son olarak kakao da eklenip çırpılır. Muffin kalıplarına boşaltılır. Önceden 170 C dereceye ısıtılmış fırında 20 dk. kadar pişirilir. Fırının eski ya da yeni olmasına göre zaman değişebiliyor. 1 bardak çay ve bir kitap alıp fırının başında oturmanız çıkması olası herhangi sorunları engeller. :)

Ben çikolatalı kek ve portakalı çok yakıştırıyorum ama evdekiler frenk üzümlü meyveli sosla yemeyi tercih ettiler. Tercihe göre fırına vermeden önce üstüne damla çikolata yada fındık da ekleyebilirsiniz.

Zeytinyağlı Pırasa

Yurttan çıkıp tekrar aile ocağına döndüğümden beri mutfakta şark görevi gibi birşey yapıyorum. Annemle aramızda sözsüz bir anlaşma var. Ben yemekleri yapıyorum o da bana karışmıyor pek. :)

Gelelim günün yemeğine...
Zeytinyağlı pırasa bizim evde çok sevilen ve kışın haftada 1-2 defa pişirilen bir yemek olup yapılması da gayet kolaydır. Hoş bütün zeytinyağlılar öyle. Doğra, tencereye doldur, kısık ateşte pişir.

Malzemelerimiz:
* 1 kg. pırasa
* 1 kuru soğan
* 2 havuç
* 1 tatlı kaşığı salça
* 1/2 çay bardağı pirinç
* 3/2 tatlı kaşığı tuz
* 1 tatlı kaşığı toz şeker
* Göz kararı zeytinyağı

Malzemeler doğranır. Soğanlar ince kıyım, havuçlar halka, pırasalar kafanıza nasıl eserse.
Tencerenin altına soğan ve havuç üstüne pırasa yerleştirilir. Salça biraz sıcak suyla açılarak üstüne dökülür. Pirinç, tuz, şeker ve yağ eklenir. Bu işlemlerden sonra yemeğinizin görüntüsü aşağıdaki gibi olur.



Pırasa yemeği ilk etapta harlı ateş, buhar çıkardıktan sonra kısık ateşte pişirilir. Suyunun bitmesi olasılığına karşın çaydanlıkta sıcak suyunuz kısık ateşte beklesin. Soğuk su katarsanız lezzeti kaçar. :) (Bu laf anneme ait :))
Pişmesi yaklaşık 1 saat kadar sürüyor. Mutfağınızın soğan kokmasını istemiyorsanız gürültüye katlanın ve aspiratörü açık bırakın. Çünkü pırasa da soğangillerden olduğu için harika bir kokusu olmuyor pişerken. Ayrıca çok karıştırırsanız pirinçler kırılır, pırasalar da ezilir.


Piştikten sonra bir cam borcama alabilirsiniz. Ne de olsa zeytinyağlı. Isıtmanız gerekmeyecek. :))
Kolay gelsin ve afiyet olsun şimdiden. :)

20 Aralık 2009 Pazar

öykü

Biliyorsunuz... Siz öldürdünüz onları. Kendinizden dahi saklamanız neticeyi milim oynatmıyor. Masum duyguları öldürdünüz, kursaklarda kaldı sevinçler...

Oysa, kuşlardık biz, ufacıktık, hayaller taşardı gözlerimizden. Azıcık mutlulukla dolardı kursağımız... Bırakmadınız ki! Yanlış hayatlarınıza bahaneler aradınız, mutlu insanları buldunuz. Sizin bahaneleriniz yalnızlığınıza sebep yanlışlarınızdı aslında..

Bu sefer kuru yok, hepsi yaş. Yananların hepsi yaş. Tüttü, tüttü, tüttü odunlar, sonra pis bir koku yayıldı, aslında yaş odunlar sandığım masum kuşların cansız bedenleriymiş. Ben görmedim. Yerde yatıyor, yıldızları seyrediyordum. Kan koktu... Bir sis girdi yıldızlarla arama, gözlerim karardı. Bir kuştum ve yanlışa düşmüşlerin hatalarının bedelini ben ödüyordum. Biz ödüyorduk. Biz kuşlar...

Ellerini masumiyet suyunda yıkayıp, sütten çıkmış ak kaşık olanlar. Aahhh!

Dün gece rüyamda bir öykü gördüm. Fırtınaya içinde esmesi için sesleniyor, onu önce dağların tepesinden uçurumların dibine vurmasını sonra tutup arşa çıkarmasını istiyordu. Beyaz bir telekti, öyküydü o kuş...

2 Aralık 2009 Çarşamba

adaptasyonumsu

İnsan herşeye alışabiliyor,
Herşeye...
Yağmura, kara, sıcağa,
Güneşe ve aya,
Acıya ve hüzne,
Yağmura, kara, sıcağa,
Güneşe ve aya...
İnsan alışmak zorunda,
Yalnız kalmamak için,
Yorulmamak için.
İnsan cesur olmak zorunda,
ve bir kaya kadar sert,
Bir şahin kadar yırtıcı.
Zarar görmemek için,
Yalnız kalmamak için,
Yalnız kalmamak için,
Yalnız kalmamak için...

H.K.Ş
27.09.09
Kadıköy/İstanbul

hava değişimi vurgunu

Kış geliyor ağaçlar!
Sizse, aptal çiçekleriniz ve siz!
Açmaya devam ediyorsunuz.
Demiştim, bu pastırma sıcakları
Hepimizi mahvedecek,
Olmayanı varmış gibi gösterip.
Sonra kış çarpacak yüzümüze,
Ansız, apansız...
Çiçeklerimizi dökeceğiz,
Mahzun, yalnız, paramparça...
Hoyrat rüzgarlara teslim edeceğiz,
Umutları, hayalleri...

...

Ancak,
Bir daha ki bahara kadar,
İçimizde bu acıyla,
Bekleyeceğiz.
Yeniden çiçek açmayı bekleyeceğiz...

H.K.Ş
27.09.09
Kadıköy

sufle günü

Sana veda edebilir miyim?
Ağzımdaki acılık,
Ne kadar tatlı yesem de geçmiyor, sanki
Daha da şiddetleniyor.
Çikolatalı sufle bile anlamsız...

H.K.Ş
27.09.09
Moda Alaturka/Kadıköy

22 Kasım 2009 Pazar

rulo pasta

Bugün 22 Kasım. Babişin 52. yaş günü. Ne kadar kızsam da, darılsam da o babiş neticede :))

Sürpriz doğum günü pastası yaptım. Normalde doğum günü pastaları yuvarlak olur ama ben rulo pasta denemesi yapmak istedim. Kunnka'nın dediğine göre güzel olmuş. :) Babamı beklemeden yedik birazcık :)) Tarifi çok kolay (bence! :D)

Keki için;
*4 yumurta
*4 y.k şeker
*4 y.k un
*1 paket kabartma tozu
*1 paket vanilin

Hazırlanışı;

Yumurtaların sarılarıyla beyazlarını ayırıp iki ayrı kapta topluyoruz. Sarıların üstüne şekeri ekleyip kremalaşıncaya kadar çırpıyoruz. Beyazlarını da (yani aslında şeffaf kısmı demek oluyor) karıştırıp köpük haline getiriyoruz. sonra köpüğü şekerli sarılara ekliyoruz ve yine karıştırıyoruz. Ayrı bir kapta karıştırdığımız un, kabartma tozu ve vanilini de yumurtalara ekliyoruz. Yağlı kağıt yaydığımız tepsiye döküp kaşıkla yayıyoruz. (Benim karışımla 1.5-2 karış ölçülerinde dikdörtgen tepsi yani standart fırın tepsisi) İnce bir hamur olcak ama telaşa gerek yok kabarıcak :))

170 C derecede önceden ısıttığımız fırına tepsiyi koyuyoruz. Kısa sürede üstü kızarıyor. Başında durmanız iyi olur. Üstü kızarınca fırından çıkarıp çok ince olmayan bir rulo halinde sarıyoruz ve ıslak bir mutfak bezini üstüne serip dinlendiriyoruz.

Ben krema olarak standart kremşanti kullandım. İçine damlaçikolata koydum ve 2 bütün muzu rulo yaparken içine koydum. Muzu dilimlemenize gerek yok zaten servis yaparken dilimleyeceksiniz :)

En üstüne de çikolata sos pişirip döktüm. Ama çikolata sos tam soğumadığı için garip bir şeyler oldu görüldüğü üzere. Çikolata sosun iyice soğumasını beklemeniz tavsiye olunur. :) Pişirenlere şimdiden afiyet olsun.







*Fotoğraf makinası çok iyi değildi yada ışık, bilemiyorum. Fotoğraftan anlayan birileri beni aydınlatsın.

5 damla

5 damladan azı ağlamak değil,
Eğer sevgili hatrına düştüğünde dökülüyorsa gözünden.
5 damladan azı kan değil,
Eğer canından çok değer verdiğin için dökülüyorsa bedeninden.
5 damladan azı ter değil,
Eğer uğruna en çok yanılacak için dökülüyorsa teninden.
5 damladan azı can değil,
Yudum yudum içmedikçe sevgiliyi,
Can suyu misali...
Ve insana yeter aşık olabilmek için,
1 damladan fazlası hep.
Her soruda bir damla
Aslında aşkın nedeni, niçini yok...


H.K.Ş
27.09.09
Tuzla/İstanbul

*Benim herşeyi bırakıp gitmeye cesaretim var, BİZ'e yetecek kadar.

BİR NEZAKET MESELESİ

İnsan hayatı ilerledikçe zorlaşıyor, hayattaki herşey gibi. Çocukluklar, yaramazlıklar, şaklabanlıklar o kadar mazur görülmüyor artık. Hem çocuk değiliz sahiden de... Ama insan birden büyüyemiyor işte. Dün çocukken bugün yetişkin olamıyor. Gençlik denilen, insan hayatının hem en berbat hem en parlak dönemi olabilecek zaman dilimini yaşamak zorunda...

Eğer ebeveynler gencin genç olduğunu kabul edebiliyorlarsa ne ala, rengarenk bir dönemin işareti. Fakat ebeveyn gençliğini yaşayamamışsa hatta, bir zamanlar genç olduğunu hiç fark etmemişse, fark etme imkanı bulamamışsa yandı gülüm keten helva...

Uzun bir süredir bir meselemiz var babamla. Bir nezaket kursuna ihtiyacım olduğunu, çok erkeksi tavırlar sergilediğimi ve höt-höt davrandığımı söylüyor. Doğrudur, kibarlığımla ve nezaketimle meşhur değilim ama babamda bir Osmanlı beyefendisi olmadığının farkında değil. Etrafımdaki rol modeller, okul hayatı, dönemin getirileri ve daha birçok şey insanı cinsiyetsiz bir kişiliğe zorluyor. Peki, doğru olan ne? Kibar, hanım hanımcık, akıllı, uslu ve becerikli bir kız olmak mmı? Belki de... Yapabilir miyim? Hayır. Kişilik meselesi. Hepsini başarsam da akıllı uslu olmayacağım hiçbir zaman. Çünkü annemin dediği gibi, yaramaz bir kızdım ve hep yaramaz kalacağım! Aklı bir karış havada ve uçarı!

Becerikli olabilirim ki oldum bile bence. (Ne mütevazilik ama!)
Hanım hanımcık? Ehh, taç giyen başın sonu bu zaten, elim mahkum. :)
Kibar? Zor iş. Dobra olmakla kibar olmak neredeyse taban tabana zıt. Her şeyi olduğu gibi söyleyebiliyorsam neden dolandırmaya uğraşayım ki? Yine de hayat yolunda piştikçe o da olur diye tahmin ediyorum.

Benim asıl merak ettiğim, benim nezaket dereceme bu denli takılan pederimin bunu bana söylerken ki kabalığını fark edip etmediği ve düzelip düzelmeyeceği sorusu. Derler ya; insan insanın aynasıdır. Gerçekten öyle. İnsan kendini nasıl görüyorsa karşısındakini de öyle görüyor demek...


H.K.Ş
22.09.09

güneşsizlik

Hani korku filmlerinde olur ya. Kutuplarda güneşsiz 1 hafta ya da 1 ay geçirilecektir. Kesin vampirler, kurtadamlar, türlü ucubeler sarar ortalığı. Ben kutuplarda güneşsiz aylarda geçen bir romantik komedi yada dram filmi bilmiyorum. Hepsi sıkıntı, korku, gerilim...

Demek güneşin terk-i diyar etmesi insanları huzursuz ediyor. Peki, sizin güneşiniz hiç sizi terketti mi? O soğuğu, korkuyu, hüznü, o tarifsiz yakıcılığı, iç sıkıntısını, mutsuzluğu hiç hissettiniz mi? Hiç çaresiz kaldığınızı ve güneşin bir daha doğmayacakmışçasına battığını düşündünüz mü? Ufuk çizgisindeki son kırıntısını aklınızda tutup günlerinizi o ışığa tutunarak geçirdiniz mi?

Emin olun filmlerdekinden daha korkunç insanın güneşini kaybedip o gece yaratıklarıyla başbaşa kalması. Hele ki o güneşin doğmasından önce hep karanlıklarda yaşadıysa insan...

O güneş onun can suyu, yaşama sebebi, ilhamı, aşkı... Onu kaybedince ne yapacağını nasıl da şaşırıyor insan...


H.K.Ş
21. 09.09
Umuttepe/Kocaeli

10 Kasım 2009 Salı

mesafe

Kendimle arama mesafe koyduğum günlerden sonra, Merhaba Hayat! Geri döndüm. Parçalandım ama yok olmadım. Şimdi en öncelerden beri eksik kalan parçaları da toparlayıp daha önce hiç olmadığım kadar bütün olmak için yoldayım. Farkettim ki sen geride kalanları beklemez, oyalananları hiç sevmezmişsin. Artık ben de beklemiyorum. Sevmemek ise, elimde değil...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

terk edilmek - 1

* İnsanın yarım bırakılmış hamburger ile empati kurabilmesine ve hatta aynı hisleri paylaşabilmesine olanak sağlayan olgudur.

* Kalbinizi "bir mektup gibi buruşturulup, fırlatılmış" hissettiren şeydir.

* İstemdışı yalnız bırakılma biçimidir.

* Bir yavru kedi gibi torbaya koyulup geri dönüş yolunu bulamayacağınız kadar uzağa götürülüp bırakılmaya çalışılmaktır...

* Karşınızdaki küçük çocuk, deliler gibi uğraşıp uğruna salya sümük ağlayarak elde ettiği oyuncağıyla artık oynamak istemiyorsa, "ben sıkıldım bunla oynamaktan, küstüm yaaa bana ne bana ne" moduna girdiyse oyuncağın başına gelen talihsiz durum. Oyuncaksa bir kenara atılmıştır artık, oysa bir zamanlar ne kadar da emindi bu küçük, tatlı veledin onunla oynamayı ne kadar çok sevdiğinden..

* Neden terkedilir bi insan? İnsanlar tamahkardırlar. Eğer istediği bişey yoksa, alabileceği bişey yoksa, neden zaman kaybetsindir ki? "hoşça kal, ben gidiyorum" der. O anda, o size olduğundan daha mükemmel görünür. Çünkü o siz olmadan yaşabiliyor. Size ihtiyacı yok ki...
Eğer ilk aşk ise bahsi geçen, terkedilmek çok şey değiştirir. O içinizdeki hoş deliliği yokeder. Çocuksuluğu öldürür. Artık sizi bekleyen ilişkilerde tüm kalbinizle, hiç ayrılmayacakmışsınız gibi sevemezsiniz. Elinizden uçup gider paranoyasıyla dikkatli davranır, çoğu zaman söylemek istediklerinizi söylemezsiniz. Bu da aşkın o masallardaki güzelliğini, sabah meltemi gibi yavaş yavaş uzaklara neverland'e sürükler...

* Başucuna koydugun hediyesinin her bakisinda canini acitmasidir. duydugun tanidik bir melodide, gozlerini insanlardan kacirmak, kalabaliktan kacmaktir. Beraber yediginiz yemeklerin bogazinizdan gecmemesidir. Hep gittiginiz kafelerin sokagina ugramamaktir. Yolda hep basin onde gezmektir, ona benzer birini gormemek icin. Yataga basini koydugunda huzur bulamamaktır.
Tekrar asik olamamaktir. Bir depremi daha kaldiramaz hayatin. Özlem ve red, bunlari bir arada yasamaktir. Birgun iyi olacagina inanmak, bir o kadar da gunun berbatligindan emin olmaktir. Yakinamazsin, ağlayabilirsin ama gozyaslarini silecek birini isteyemezsin. "Uzak bir sehirde terk edilmek" böyle bişeydir.


ekşisözlükten alıntılanmıştır...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

karşılık

Günlük hayatta yaşanan birçok hikaye var. Her gün bazıları iyilikler yaparken, bazıları da kötülükler yapıyor. Bazıları var ne yaptıklarının farkında, bazıları var yaptıklarının farkında değil…

İnsanlar yaptığımız iyilikleri karşılık beklemeden yapmamız gerektiğini söylüyorlar ve yaptığımız kötülükleri de kesinlikle karşılığını bulacağını bilerek yapmamız gerektiğini. Ama ben iyiliklerin de karşılık beklenerek yapılabileceğini düşünüyorum. Sıradan insanlara karşı yaptığımız iyilikler değil, bir bağlantımız bulunan insanlar için yaptığımız iyilikler… Bence bir annenin evladından beklentileri olması yanlış değil ya da evliliklerde insanlar fedakarlıklarının karşılığını bulmak isteyebilir. Çoğunluğun bu konuya yaklaşımı şu: İnsanlardan karşılık beklemeden yap, iyiliğinin ve fedakarlığının cevabını bulacaksın. Kısmen doğru, ama herkesi kendimiz farz edersek. Bazıları öylesine kendisi için yapılan fedakarlıklara, çekilen acılara kör ki, kör gözüne parmağım yapmak gerekiyor gerçekten de.

“Yapmasan ne olur? Büyüklük sende kalsın.” Çoğu zaman bunu söylüyorum kendime ama bazen öyle durumlar oluyor ki karşı taraf bunu fark etmezse iki tarafında yaşantısı kötü yönde etkilenecek. Sonuçta insanların karşılıklı beklentileri var. İnsan verdiğini zamanı gelince geri alabilmek, ektiğini biçebilmek istiyor ama bazı EQ yoksunu insanlar var ki onlar gerçekten sadece laf’tan anlıyor. Ne beden dili, ne hal hareket fayda etmiyor…

H.K.Ş
12.08.09
Ürdün/Amman

30 Temmuz 2009 Perşembe

mutluluk (nasıl bir istemek?)

Biz insanlar sürekli olarak birşeyler istiyoruz. Başarılı olmak istiyoruz, ünlü olmak istiyoruz, genç kalmak istiyoruz, sevmek istiyoruz, sevilmek istiyoruz... Daha pek çok şey istiyoruz. İşin özünde tüm bunları "mutlu olmak" adına istiyoruz. Yani mutluluğu kovalama hakkı da denilen şeyden dolayı, nedir o, içgüdü mü desem...
Gözlemlediğim kadarıyla bazıları ihtiyacı olduğu için istiyor, bazıları da sevdiği için. A kişisi bir kalem istiyor çünkü yazmak için bir kaleme ihtiyacı var B kişisi ise "o" kalemi istiyor çünkü onu sevmiş. Söz konusu bir kalem almak olduğunda işler o kadar yaralayıcı değil amaaa bazı insanlar evlenmek istiyor çünkü bir eşe ihtiyacı var bazıları ise evlenmek istiyor çünkü eşi olmasını istedikleri kişiyi sevmişler. İşte bu tarz noktalarda istemek sarpa sarıyor. İhtiyaçlarla ihtiraslar birbirine karışıyor.

Bana kalırsa sırf ihtiyacın olduğu için birşeyleri istemek bir bakıma zayıflık ve evet, insan zaaflarıyla var. Ama sadece sevdiği yada hoşuna gittiği için birşeyleri istemek... Ben buradan katıksız bir bencillik kokusu alıyorum.

Her zaman derim, demeye de devam edeceğim. Bütün bunları mutlu olmak adına yapıyorum, dahasını da yapabilirim. Mutluluk benim için ne şan, şöhret ne para, pul ne de iş, aş. Mutluluk benim lugatimde iç huzuru ve kafa rahatı demek. Eğer yaşamımda birşeyler beni rahatsız eder ve huzurumu kaçırırsa kendimi değil, o "birşeyleri" değiştiririm.

Mutlu olmak için istemek demiştim. Ben mutlu olmak için ihtiyaç duyduklarımı değil sevdiklerimi istiyorum ve herşeyden taviz veriyorum ama kendimden veremiyorum. Evet, bencilim de...

H.K.Ş
30.07.09

tatil!

Yola çıkıyorummm! Bavullar toplansın, pasaportlar hazırlansın, ben gidiyorum! Şimdilik kaçmama izin verilen en uzak yere! İçimden gelenlere cesaret edeceğim ve kendim gibi davranacağım. Toplumsal beklentilerin dışında, sadece kendi isteklerim doğrultusunda geçireceğim koskoca 1 AY! Bir arkadaşım bana sence tatil nedir, nasıldır diye sormuştu. Şimdi cevabım çok daha net! İnsanın rutininin dışında yaptığı herşey tatilmiş işte.

Bir sabah olsun 7 de değil 10 da kalkmak, saatlerce bir masanın başında değilde tv ya da bilgisayar karşısında oturmak. İşte haftasonu tatillerinin özeti. Eleştirel değilim yalnızca tarzım olmamasına rağmen genelliyorum birazcık.

Tabi tatil yaparken dikkat edelim AMAN tatil rutine dönüşmesin!

Tatil için planım Ürdün'e hem dil öğrenmek, hem gezmek hem de rutinimden kaçmak amaçlı bir seyahat. Bu arada Ürdün ile Filistin sınır komşusu. Belki içimdeki savaşı bitirmek adına kanlı canlı bir savaşın ortasına atarım kendimi. İçim rahat değil komşular, içim rahat değil...

H.K.Ş
29.07.09



22 Temmuz 2009 Çarşamba

hasarsızlık raporu

Hani kaskoda vardır ya, araçların hasarsızlık raporu. Hiç kaza yapmamış araçların sahip olduğu ve kaybettiğinizde geri alabilmenizin tek yolunun yeni bir araba almaktan geçtiği o rapor...

Bana kalırsa insanların da bir hasarsızlık raporu var. İçlerinde sakladıkları bir vicdan kağıdı da diyebiliriz. Büyük bir acı, bir kalp kırıklığı, ilk sevgili, ilk öpücük, ilk cinsel deneyim v.s. Bunlar insanın maddi ve manevi hasarsızlığı dendiğinde ilk aklıma gelenler. Bu ve benzeri olaylar başımıza geldiğinde bir şekilde o yönümüzün hasarsızlığını kaybediyor ve bir manada "eski"yoruz. Buna tecrübe edinmek ya da masumiyetini kaybetmek de diyebiliriz.

Araçlar hasarsızlık raporunu kaybettiğinde yeni bir araç alınabiliyor ama bir insan kendi iç dünyasında hasarsızlık raporunu kaybettiğini düşünmeye başladığında ölüp yepisyeni olarak tekrar doğma şansı yok. Yani aslında pişmanlıklar faydasız, yaşadığımız her an tek gidişlik bir biletin parçası.

Eşyalarıma hor davranırım. Benim için hasar görmeleri yada sağlam kalmaları değil, "işe yaramaları" önemli. Kendime de hor davranıyorum galiba. Ne olduğunun farkında olmadığım işlerin içine atılıyorum ama bunları mutlu olmak adına yapıyorum ya, o kadar da pişman olmuyorum.

Hasarsızlık raporum mu? Çoktan yırtıp attım...

H.K.Ş
21.07.09

Bugün önemli bir gün, unutulmamalı...

12 Temmuz 2009 Pazar

avaz

Şimdi; sinirden titreyen ellerimle ve ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerimle, yapmak istediğim tek şey kafamı yastığıma bastırıp avazım çıktığı kadar bağırmak, çığlıklar atmak, yeniden ağlamak.

Terbiyesizliğe, ahlaksızlığa, saygısızlığa tahammülüm yok ama haksızlığa, çifte standarda, insafsızlığa hiç tahammülüm yok! Ne kadar kendimi yerden yere de vursam, ne kadar ah-ü vah etsemde şimdi faydasız çünkü karşımda benimkinden büyük bir ego benimkinden öte bir inat ve benimkinden fazla güç bulunduran bir el var...

Tek yapabileceğim sabretmek, dişlerimi sıkıp küfür etmemek için dilimi ısırmak. Benim olacak günü beklemek...

H.K.Ş
12.07.09

9 Temmuz 2009 Perşembe

mor

Kırmızı denkleminde bir maviydim sanki
Hem umutla savaşıp, hem umut oluyordum.
Kaybolduğum labirentleri hep ben kuruyordum.
Üstüme çöken karabulutlar, benim gözyaşlarımı taşıyordu.
Uyumsuz kafiyelerle, saçma düşüncelerle
Aklımda beş dizeyle, fırlayıp yataktan.
Tekrar dikiyordum boş bakan gözlerimi tavana.
Kırmızı denkleminde bir maviydim, evet.
O olmadan yapamazdım, varken de...
Ne işe yarardım ki,
Kararsız kalmaktan başka...

H.K.Ş
06.10.06

sen...

Ihlamur ağacının ağır, nemli, mest eden kokusu
Seni hatırlatıyordu bana.
Yalan!
Hiç unutamıyordum ki seni,
Ihlamur hatırlatsın...

H.K.Ş
06.10.06

sarmaşık

Kaderin Mary Antuanet sonu hazırladığı,
Küçük, yeşil bir umut.
Bir yıldız kadar uzak,
Göç eden bir kırlangıcın arkasında bıraktığı
Tüy telek kadar hafif...
İşte aşk bu kadar zayıf.
Bağları kopmakta olan bir sarmaşık...
Görevi, derdi, tasası, kaderi dolanmak.
İnsanın ayaklarına,
Düşürmek istercesine...


H.K.Ş
13.11.06

7 Temmuz 2009 Salı

ithaf

bu blog'un açılışı ilham perisi leyli'ye ithaf edilmiştir. :)
sena, aradığımda yanımda bulduğum ve beni aradağında hep yanında olacağım arkadaşım...
günlük tutmaya da sayende başlamıştık, blog tutmaya da öyle başladık :))

insanları güzele yönledirme gibi belki de farkında olmadığın olağanüstü bir özendirme gücün var. bu konuda üstüne toplumsal sorumluluk yüklü bence :)) senin aksine, bildiğin gibi benim ters yönde bir gücüm var. arkadaşlığımız BEN'i dengelememi sağlıyor. seninle yaptığım sohbetlerin keyfini çok nadiren bulabiliyorum muhabbetlerde. günlük hayat hayhuyla su gibi akıp geçiyor. gece yatağıma uzandığımda bugün ne elde ettim? diyorum kendime, bugün neyi düşündüm?, neyi savundum?, bugün bir işe yaradım mı?, yoksa ne zararlı ne yararlı bir köpek yavrusu gibi dolanıp durdum mu ortalıklarda... seninle geçen muhabbetlerimizin ardından, ister 5 dakikalık bir telefon konuşması, ister saatler süren masabaşı sohbetleri olsun, düşünecek birşeyler, kendimi sorgulama yada dinleme süreci buluyorum. o da olmadı bir keyif, mutluluk, bünyeye yayılan bir letafet(iskender pala okuyorum bu aralar, kelimelerimi mazur görünüz hanımefendiciğim :)))

kişisel gelişim okumayı sevmem bilirsin, çünkü kişisel gelişim rehberi bir arkadaşım var :)) bunun teşekkürü nasıl olur bilmiyorum ama benim için harika bir arkadaş olmana teşekkürüm bu ithaf olsun dedim. bu seferlik idare et :))