22 Kasım 2009 Pazar

BİR NEZAKET MESELESİ

İnsan hayatı ilerledikçe zorlaşıyor, hayattaki herşey gibi. Çocukluklar, yaramazlıklar, şaklabanlıklar o kadar mazur görülmüyor artık. Hem çocuk değiliz sahiden de... Ama insan birden büyüyemiyor işte. Dün çocukken bugün yetişkin olamıyor. Gençlik denilen, insan hayatının hem en berbat hem en parlak dönemi olabilecek zaman dilimini yaşamak zorunda...

Eğer ebeveynler gencin genç olduğunu kabul edebiliyorlarsa ne ala, rengarenk bir dönemin işareti. Fakat ebeveyn gençliğini yaşayamamışsa hatta, bir zamanlar genç olduğunu hiç fark etmemişse, fark etme imkanı bulamamışsa yandı gülüm keten helva...

Uzun bir süredir bir meselemiz var babamla. Bir nezaket kursuna ihtiyacım olduğunu, çok erkeksi tavırlar sergilediğimi ve höt-höt davrandığımı söylüyor. Doğrudur, kibarlığımla ve nezaketimle meşhur değilim ama babamda bir Osmanlı beyefendisi olmadığının farkında değil. Etrafımdaki rol modeller, okul hayatı, dönemin getirileri ve daha birçok şey insanı cinsiyetsiz bir kişiliğe zorluyor. Peki, doğru olan ne? Kibar, hanım hanımcık, akıllı, uslu ve becerikli bir kız olmak mmı? Belki de... Yapabilir miyim? Hayır. Kişilik meselesi. Hepsini başarsam da akıllı uslu olmayacağım hiçbir zaman. Çünkü annemin dediği gibi, yaramaz bir kızdım ve hep yaramaz kalacağım! Aklı bir karış havada ve uçarı!

Becerikli olabilirim ki oldum bile bence. (Ne mütevazilik ama!)
Hanım hanımcık? Ehh, taç giyen başın sonu bu zaten, elim mahkum. :)
Kibar? Zor iş. Dobra olmakla kibar olmak neredeyse taban tabana zıt. Her şeyi olduğu gibi söyleyebiliyorsam neden dolandırmaya uğraşayım ki? Yine de hayat yolunda piştikçe o da olur diye tahmin ediyorum.

Benim asıl merak ettiğim, benim nezaket dereceme bu denli takılan pederimin bunu bana söylerken ki kabalığını fark edip etmediği ve düzelip düzelmeyeceği sorusu. Derler ya; insan insanın aynasıdır. Gerçekten öyle. İnsan kendini nasıl görüyorsa karşısındakini de öyle görüyor demek...


H.K.Ş
22.09.09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder